03.01.2013 TBMM Genel Kurulu Konuşması
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, özellikle vatanın birliği, bütünlüğü ve kardeşliği için canlarını gözlerini kırpmadan feda etmiş olan Sarıkamış şehitlerimizi anıyor, Allah’tan rahmet diliyoruz.
Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Hukuku Usulü 7’nci Toplantısı ve İnsan Hakları Dünya Parlamenterler Konferansı, İtalyan Parlamentosu, İtalyan Senatosu ve Küresel Hareket Parlamenterleri iş birliği ile 10-11 Aralık 2011 tarihlerinde Roma’da, İtalyan Parlamentosunda yapılmıştır. Bu kapsamdaki 7 toplantıdan birisiydi bu 7’nci toplantı. 1’incisi 2002 yılında Ottawa’da yapılmıştı, 4’üncüsü 2006’da Tokyo’da yapılmıştı, 7’ncisi de Roma’da yapıldı. Bu toplantıya Küresel Hareket Parlamenterleri İcra Kurulu üyesi olarak ve Barış ve Demokrasi Programı Başkan Vekili sıfatıyla katıldım. Tartışmalar ve bildirilen görüşler burada insan hakları ile Uluslararası Ceza Mahkemesinin işleyişi üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Sözleşmesi’nin 112’nci maddesine göre Taraf Devletler Meclisinde temsil edilememektedir. Türkiye’nin statüyü imzalamadığı sürece mahkemenin bundan sonraki gelişmelerine etki etmesi de mümkün görülmemektedir. 2013 yılı itibarıyla bütün Avrupa Birliği ülkeleri bu anlaşmayı imzalamıştır. Ayrıca, 139 ülkenin imzaladığı, 121 ülkenin taraf olduğu bir kurumda Türkiye’nin taraf olmadan, insan hakları ve özgürlüklerin ele alınışıyla ilgili çok ciddi gelişmelerin yaşandığı bu dönemde görüş ve düşüncelerini istediği gibi yansıtamayacağı açıktır.
Önce, mahkeme hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar var. Uluslararası Ceza Mahkemesi 17 Temmuz 1998 tarihinde İtalya’nın Roma kentinde gizli oylama neticesinde 120 leh, 20 tarafsız, 7 çekimser oy alarak kabul edildi. Statünün 126’ncı maddesine göre statüyü 60 ülke onayladıktan sonra 2002 yılında yürürlüğe girdi.
Uluslararası Ceza Mahkemesi soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarını yargılama yetkisine sahip ilk daimî uluslararası bir mahkeme statüsündedir. Bu suçları işlediği öne sürülen ülkeler hakkında, şayet statüye taraf değiller ise, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başvurarak karar çıkartma yoluna gidilebilmektedir. Bu konuda önümüzde Darfur ve Libya örnekleri bulunmaktadır.
Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Strazburg’ta Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulunda 6 Ekim 2004 tarihinde yaptığı konuşmada aynen şöyle diyor: ”Sayın Başkan, Avrupa Konseyi ülkelerinin çoğunun taraf olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesine Türkiye'nin üyeliğini mümkün hâle getirecek gerekli hukuki değişimleri tamamladık. Bu bağlamda, yeni Ceza Kanunu soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar çağdaş normlarla uyumlu hâle getirilmiştir. Anayasa’da gerekli değişiklikleri yaparak yasalaştırdık. İçerideki hukuki hazırlıkları tamamlamış olarak size bugün şunu ifade etmek istiyorum: Yakın gelecekte Türkiye, Roma Statüsü’nü onaylayacak ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin tarafı olacaktır.” Bu sözler Sayın Başbakana ait. Acaba Başbakanın bahsettiği yakın gelecek nedir? 2004 nere, 2012 nere? 2023’e kadar mı yakın gelecekten bahsediyoruz acaba?
Nitekim, Haziran 2012’de Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakacak bazı gelişmeler oluyor. Haziran 2012’de 150’den fazla ülkede adil, etkili ve bağımsız bir Uluslararası Ceza Mahkemesi için savunuculuk çalışması yürüten 2.500’ün üzerinde kuruluş ve sivil toplum örgütünün oluşturduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu, Türkiye’den Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü’ne katılarak cezasızlık kültürünü ortadan kaldırmaya ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmeye yönelik taahhüdünü teyit etmesini talep etmiştir.
Türkiye’nin uluslararası toplumun saygın bir üyesi konumunu güçlendirebilmemiz hepimizin arzusudur. Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinde bu yönde düzenlemeler de yapılmıştır. İşkence ve kötü muameleyle mücadele kapsamında İşkenceye Karşı Sözleşme’ye Ek İhtiyari Protokol Türkiye tarafından 14 Eylül 2005 tarihinde imzalanıp 27 Eylül 2011 tarihi itibarıyla da taraf olduğuna göre, taraf olunduğu tarihten itibaren geçerlilik ifade edecek ve geriye dönük bir tarafı olmayan bir sözleşmeyi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – …onaylamaktan kaçınan bir tavır içine girmiş olmak, Türkiye'nin elini insan hakları ve işkenceye karşı yürütülen politikalar konusunda güçlendirmek yerine zayıflatmaktadır.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İrbeç.
02.01.2013 Basın Toplantısının Videosu>> 02.01.2013 Tarihli Basın Açıklaması
Bölgemizde ve dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Bu dönem; birlik, beraberlik, kardeşlik ve ülkemizin bölünmez bütünlüğü konularında her zamankinden daha fazla hassasiyet göstermemizi gerektirmektedir.
Ülke bütünlüğünü korumada, şehitlerimizin hakkının ağırlığı açıktır. Bu bakımdan, şehitlerimize olan saygımı özellikle dile getirmek istiyor ve Cenab-ı Allah’tan onlara Rahmet diliyorum.
Benim, partimden ihracımla ilgili süreçte yanlış hesap Bağdat’tan dönmüş ve 31.12.2012 tarihi itibariyle Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıtay’ın vermiş olduğu karara uyarak, şahsımın MHP üyeliğinden çıkarılma kararını iptal etmiştir.
MHP Merkez Disiplin Kurulu Üyeleri Mehmet NACAR, Erdem ŞENOCAK ve Halil ÖZTÜRK hem soruşturmayı yaparak, hem de ifadeleri bizzat alarak polislik yapmışlar, hem suçlayarak savcılık yapmışlar, hem de süreç hakkında karar vererek hakimlik yapmışlardır. Hakimlerin görevini denetleme, yani temyiz görevi gibi dördüncü kez, müşterek disiplin kurulunda görev yapmışlardır. Böyle bir duruma, adalete zerre kadar saygısı olan bir hukuk anlayışında rastlanamaz. Maalesef bu durum, benim Partimin Merkez Disiplin Kurulunda yaşanmıştır.
Bu süreçte, MHP milletvekili olarak seçilip meclise girmeme rağmen, Yargıtay Siyasi Partiler Bürosu devreye sokulmuş, iki partiye üye olduğum gerekçesiyle MHP’den üyeliğimin düştüğü MHP tarafından iddia edilmiş ve mahkemelere delil olarak sunulmuştur.
Bu uygulamaya karşı açtığım dava lehime sonuçlanınca, bu defa AK Parti Genel Merkezinin 1 Temmuz 2012 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosuna gönderdiği gerçekdışı kayıt devrede tutulmuştur.
Hikâye bunlarla da sınırlı kalmamış; TBMM Başkanlığının hukuksuz uygulaması ile sonuçlanmamış bir davada öne sürülen gerçekdışı ithamlar uygulamada aleyhime kullanılmıştır. Parti içi bir görev olmayan; Türk Milleti adına TBMM çatısı altında sürdürdüğüm komisyon çalışmalarım bu şekilde engellenmiştir.
Bütün bunlar karşısında mücadelem, ilkelerim doğrultusunda ve mensubu bulunduğum partimin iktidara taşınması yönünde olmaya devam etmiştir.
Bizim mücadelemiz hak, hukuk, adalet, fazilet mücadelesi olup, amacı da; ehliyet, liyakat ve samimiyete sahip kadroların önce Milliyetçi Hareket Partisine sahip çıkması, sonra da Büyük Türk Milletine layıkıyla hizmet edebilmesidir.
Heyecanımıza ve hizmet şevkimize yakışır bir şekilde olmasına özen gösterdiğimiz bu gayretler; huzur, barış ve kardeşlik içinde kalkınma ve müreffeh bir Türkiye özlemini gerçekleştirmek içindir.
Bundan sonraki süreçte, ülkücü camianın özlediği iktidar hedefine hep birlikte kilitlenmiş olarak çalışmalarımız sürecektir.
Bu çalışmalara, Türk Milliyetçiliğinin milli hedefleri ve hassasiyetleri doğrultusunda yuvamda bir nefer, bir milletvekili olarak arzu edilen katkıyı sağlamak görevimdir.
Bizim işimiz husumet ve kin olamaz. Ben, bir haksızlığa uğradım. İhraç işlemi haksız bulundu ve geçersiz ilan edildi. Benim yapmam gerekenler bellidir. Bütün ülkücü kardeşlerimin özlediği ecdadımızın mirasına yakışır bir Türkiye için; kolları sıvamış bir ülkücü kimliğimle MHP Antalya Milletvekili olarak çalışmalarıma devam edeceğim. Hedefimiz, hep birlikte MHP’yi iktidarla buluşturmaktır. İçinde bulunduğumuz bu kritik dönemde böyle bir birlikteliğe bugün, dünden daha fazla ihtiyaç vardır.
Mülkün ve Kuvvetin temelinde fırsatçılık değil adalet yatar. Milliyetçi ve muhafazakâr anlayışımız adil ve bütünleştirici olmak zorundadır. Gelecek nesillere mirasımız korku, kin ve nefret değil; adalet temelinde birlik, bütünlük ve kardeşlik olmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla sunulur. |
More Articles...