Önemli Linkler

Osmanlı’dan sonra istikrar bozuldu

Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç akademisyenliğinin dışında birçok özelliği de içinde barındıran bir bilim adamı. Lisans ve doktora eğitimini Viyana Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yapan İrbeç, dış politika ihtisas eğitimini de Viyana Diplomat Akademisi’nde tamamlamış.

1990 yılında Türkiye’ye dönen İrbeç, ülkemizin sayılı üniversitelerinde öğretim üyeliği, dekanlık ve rektörlük görevlerinde bulunmuş. Bununla da yetinmeyen İrbeç, yazılı ve görsel basındaki ekonomi ve dış politika konulu programları ve ulusal ve uluslararası alandaki bilimsel ve sosyal çalışmalarıyla da çeşitli ödüllere hak kazanmış. Yaptığı çalışmalara baktığım zaman böyle kıymetli bir bilim adamına sahip olduğumuz için çok seviniyorum. Akademisyenliğinin yanında, ATO, ASİAD, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ankara Polis Akademisi, TOBB gibi kurumlarda da çeşitli görevlerde bulunan İrbeç, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Arapça ve Rusça olmak üzere altı yabancı dil biliyor. Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç’e yoğun çalışma programı arasında bize vakit ayırdığı ve keyifli sohbeti için çok teşekkür ediyorum. Umarım siz de bizim gibi sohbetimizden keyif alırsınız. O zaman buyurun sohbetimize...

Barışta güçlü devletlerin rolü büyük

* Dünya’daki gelişmeleri yakından takip eden bir bilim adamı olarak, Orta Doğu’da yaşanan olaylar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Bugün, dünya politikasındaki istikrarın sağlanmasında ve barışın etkin bir şekilde sürdürülebilmesinde güçlü devletlerin politikaları çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü çok parçalı ve küçük devletlere ayrılmış bölgelerde istikrarı sağlamak oldukça zor bir iş. Bu zor işin altından kalkan ülkelere baktığımızda, Osmanlı dönemindeki Orta Doğu ve Balkanlar ile bugünkü Kuzey Amerika ve AB’nin hakim olduğu bölgeleri görüyoruz. Buna karşılık, 1916 yılında yapılan anlaşma ile Irak ve İsrail arasındaki bölgenin küçük küçük parçalara bölünmesi, bu bölgeye barış yerine her an patlamaya hazır yeni problemleri getirmiştir. Batı ve ABD tarafından zaman zaman dile getirilen ve Irak’ın federasyon şeklinde yönetilmesi ile barışın daha kolay sağlanabileceği yönündeki tez de tarihte yaşanılan olaylarla tamamı ile çelişki içindedir. Şurası bir gerçektir ki, dünyanın nüfusu altı milyarın üzerinde olmasına rağmen, dünyadaki ekonomik ve politik gelişmeleri yönlendiren ülkelerin nüfusu, dünya nüfusunun % 10’unu geçmemektedir. Mesela, ABD’nin aldığı ekonomik kararlar dünya piyasalarına doğrudan doğruya etki ederken, nüfusu 1.3 milyar civarında olan Çin’in aldığı kararların etkisi çok daha sınırlıdır. Bu durum dahi dünyadaki mevcut durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
* Peki bu tablo karşısında ülke olarak Türkiye ne yapmalıdır?
Türkiye’nin bölgede güçlü bir istikrar unsuru olabilmesi için, dünya politikalarını yönlendiren ülkelerin aldığı veya alacağı kararları çok yakından izlemesi ve bölge politikalarında inisiyatif kullanabilme yollarını açık tutması gerekir. Fakat şurası da unutulmamalıdır ki, siyasi ve ekonomik kararları Avrupa Birliği yirmi beş üye ile almaya çalışırken, ABD, Kanada, Japonya ve Çin gibi ülkeler daha hızlı alabilmekte ve böylece etkinlik sahalarını çok daha kolay genişletebilmektedirler. Mesela, İran’ın ABD’ye rağmen atom bombası yapma girişimi, Çin ve Rusya gibi karşı denge oluşturmaya çalışan ülkeler olmasaydı çok daha zor olurdu; ancak Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın ve Çin’in olması bu yöndeki kararların oldukça yavaş alınmasına sebep oluyor ki, bu da dünya politikasındaki güç odaklarının çıkarları doğrultusunda nasıl hareket ettiklerini gösteriyor. Zaten bunu Lübnan ile İsrail arasındaki çatışmaya yönelik alınan kararlarda da rahatlıkla görebiliyoruz. Dolayısı ile Türkiye’nin bu konuda çok dikkatli hareket etmesi gerekiyor.

İsrail’in politikası din devleti ekseninde
* Mevcut durumdan hareketle Orta Doğu’nun sınırlarının yeniden çizildiğini söyleyebilir miyiz?
Şu anda İsrail, Orta Doğu’daki yeni düzen içerisinde laik görünümlü yapısını ön plana çıkarmak suretiyle farklı bir devlet modeli ortaya koymak istiyor. Fakat ortadaki gerçekler, bu durumdan biraz daha farklı. Çünkü İsrail’e baktığımızda, bu ülkenin görünümü laik olmakla birlikte, din devleti ekseninde kurumlarını çalıştıran ve dış politikasını buna göre yönlendiren bir ülke olarak hareket ettiğini görüyoruz. Böyle bir tablo karşısında, Türkiye’nin İsrail ile aynı paralelde yer almak yerine, İslam ülkeleri ile özel bağlantıları olan bir demokratik devlet olarak hareket etmesi ve bu yönde bir duruşa sahip olması Türkiye’ye bu bölgede çok daha farklı bir konum kazandıracaktır. İşte bu sebeple Türkiye’nin İsrail’in Büyük Orta Doğu Projesi’nde (BOP) yer alması, bölgedeki beklenen istikrar yerine, yeni istikrarsızlıkların tohumlarının atılmasına sebep olacaktır ki, bu da istenmeyen sonuçlara sebep olacaktır.

>>> Suudi Kralı’nı Türkiye’ye
güven ortamımız getirdi

* Arap dünyasını da yakından tanıyan birisi olarak, Suudi Arabistan Kralı’nın Türkiye’yi ziyareti hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Birinci Körfez Krizi sonrasında Türkiye’nin istikrarını bozmadan devam ettirmesi ve son yıllardaki ekonomik politikalarda önemli başarılar elde etmesi, Orta Doğu’daki petrol zengini ülkelerin yatırımlarını Türkiye’de de değerlendirmeleri yönündeki düşüncelerini kuvvetlendirmiştir. Hem kültürel, hem de siyasi açıdan güven ortamının oluşması, Suudi Arabistan gibi ülkelerin Türkiye’ye yönelik politikalarını yeni seçilen liderlerin de olumlu katkıları ile dizayn etmesine sebep olmuştur. Suud Kralı’nın Türkiye’yi büyük bir iş adamı grubu ile ziyaret etmiş olması, bana birinci petrol krizi sonrasında Türk müteahhitlerinin bu bölgelerle çok daha iyi ilişkiler kurmuş olmalarını hatırlatıyor. Fakat bu sefer Türk müteahhitlerin o bölgelere daha fazla gitmeleri yerine, Arap yatırımlarının Türkiye’ye gelmesi ve İslam dünyasındaki kaynakların kalkınmakta olan bölgelere ulaştırılmasında Türkiye’nin kilit rol oynayabilecek konuma gelmesi çok önemlidir. Burada İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri’nin Türkiye’den seçilmiş olması, TOBB öncülüğünde yeni yatırım projelerinin gündeme gelmesi bu yöndeki işaretleri vermektedir.

>>> İslam ile demokrasi
arasında çelişki olmaz
* İslam ülkelerine demokrasinin empoze edilmesi meselesi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Kanaatimce, İslam ülkelerine, demokrasi de dahil olmak üzere, herhangi bir şeyin empoze edilmesi yanlış olacaktır. Bunun yerine, İslam ülkelerindeki esas anlayışın demokratik uygulamalara nasıl bir zemin hazırlayacağı konusu üzerinde durmak daha faydalı olacaktır. Yani, ‘bir İslam toplumu, demokratik değerleri ne kadar sindirebilir, ne kadar sindiremez veya sindirememesi halinde neler yaşanabilir’ şeklindeki sorulara çözümler üretmek daha akılcı olacaktır. Bu konuda da öncelikle, İslam ülkelerindeki bazı değerlerin yerine oturtulması ve bu ülkelerdeki önceliklerin neler olduğunun tespit edilmesi gereklidir. Böylece, önceliklerin de doğru anlaşılmasıyla birlikte, bazı şeylerin daha kısa bir süre içinde yerine oturacağını düşünüyorum. Eğer, bir Müslüman için demokrasi kavramının ne demek olduğu doğru bir şekilde algılanır ve toplumun da dini inançlarına uygun bir anlayış ortaya konulursa, öyle düşünüyorum ki, demokratik anlayışla İslam dini arasında bir çelişki yaşanmaz. Bu konu ise eğitimle ilgili bir hadisedir. Yani, söz konusu kavram, sistem ve inanç anlayışı, eğitim aracılığı ile şeffaf bir şekilde açıklanmalıdır.
------
Bölgede sevgi hakimdi
Bir öğretim üyesi olarak Balkanlar ile Türkiye’nin eğitim alanındaki buluşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tıpkı Orta Doğu’daki ülkelerin küçük küçük parçalara bölünmesi gibi Balkanlar’da da düşmanlığı körükleyen politikaların geçtiğimiz yıllarda uygulamaya konulmuş olduğunu büyük bir üzüntü ile izledik. Yugoslavya’da Tito döneminde yapılan adaletsiz uygulamaların ve ekilen düşmanlık tohumlarının 1990’lı yılların başında Sırplar tarafından nasıl bir boyut kazandığını bütün dünya gördü. Halbuki Osmanlı, bölgesindeki bütün dini ve etnik unsurlara rağmen istikrarın sağlanması ve sevginin bölgede hakim olması için büyük çabalar sarf etmiştir. Bu iki örnek, insanların hoşgörülü bir ortamda yaşayabilmeleri için dünya çapında kabul görmüş eğitim müesseselerinin o bölgelerde açılmasının ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir. Bu gayeye yönelik olarak şu anda iki fakülte için ön izinleri alınmış ve 2006-2007 döneminde hazırlık sınıfı ile Üsküp’te eğitime başlayacak olan Yeni Balkan Üniversitesi, Türkiye’nin önemli iş adamlarının katkıları ile kuruldu. 2006-2007 yılında altmış öğrencinin hazırlık sınıfına kaydedileceği bu üniversitenin endüstri mühendisliği, kamu yönetimi ve uluslararası ekonomik ilişkiler bölümlerine öğrenciler kayıt yaptırabileceklerdir. Böyle bir üniversitenin kuruluş çalışmalarına katkı sağlamak bana çok büyük bir mutluluk veriyor. Bu bakımdan kuruluş ve hazırlık çalışmalarında bizzat bulunmaktayım. 2006-2007 döneminde eğitim almak isteyen öğrenciler konu ile ilgili bilgileri ‘ Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız ’ mail adresinden bana ulaşarak elde edebilirler. Eylül ayının başından itibaren üniversitenin sitesi de açılmış olacaktır.
------
>>> Enerji bütün dünya için etkin şekilde kullanılmalı
Dünyadaki bu gelişmeler ışığında dünyanın gidişatı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Eğer dünyadaki güç odakları enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip olan İslam dünyası ile iyi geçinme çabası içinde olmaz ise bu ülkelerin bölünerek yönetilme çabaları devam edecektir. Fakat her istikrarsızlık ve çarpışma beraberinde büyük maliyetleri getirmektedir ki, bu sebeple İslam dünyasını ve bu dünyanın kaynaklarını kullanmak mecburiyetinde olan güçlerin sağduyu ile hareket etmesi ve bu kaynakların herkes için etkin kullanımını sağlayabilmeleri gereklidir. Bu, her iki taraf için de gereklidir ve dünya barışı için vazgeçilmez bir unsurdur.
Size göre bu saldırılar dünyada Yahudilere karşı güçlü bir lobinin oluşmasına sebep olur mu?
Bu saldırılar sebebiyle Yahudilere karşı bir lobinin meydana gelebilmesi için, bu gelişmeleri ve savaş ortamını sadece Yahudilerin oluşturduğu ve yönlendirdiği yönünde dünyada ciddi bir kanaatin meydana gelmesi gereklidir. Halbuki mevcut durum böyle değildir. Çünkü bu bölge ile ilgili hem ABD’nin kurduğu senaryolar hem de İran’ın Hizbullah faktörünü gündemde tutarak ön plana çıkma gayretleri bu bölgede sadece İsrail’in değil, birçok devletin hedeflerinin bulunduğunu göstermektedir. Hatta İslam dünyasının daha kolay kontrol altına alınabilmesini sağlamak üzere, bölgede bir Sünni Şii ayrımının da de facto olarak yapıldığını göstermek böyle bir operasyonun arka planında yer alan unsurlardan biri olabilir.

alternatif bakış
Mehmet Çağrı Sebzeci
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
13 Ağustos 2006 Pazar

Site İçi Arama

Twitter

© Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç - 23. ve 24. Dönemler Antalya Milletvekili