Önemli Linkler

Haberler

BASIN AÇIKLAMASI-13.02.2014

 

Bugün yaşadığımız dönem, ‘Alo Fatih’ dönemi olarak tescillenmiştir. Bu dönem adaletsizliğin, haksızlığın, hukuksuzluğun, yolsuzlukların ve rüşvetin örtülmesi dönemidir. Ne hala devam eden binlerce polisin, savcı ve hâkimin yer değiştirmesi, ne internet yasası, ne de yeni HSYK düzenlemesi ‘Alo Fatih’ damgasını Türkiye’nin bu döneminin üzerinden silemez.

 

HERKES KENDİNE GÖRE YOLSUZLUK TARİFİ YAPARAK YENİ YOLLAR AÇAMAZ. ŞEFFAFLIK DEMOKRASİLERİN OLMAZSA OLMAZIDIR

 

Başbakan, “Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?” diyerek kendince rüşvete yeni bir tanım getirmeye çalışmaktadır. G20 liderlerine dağıtılan dokümandaki yolsuzluk tanımı ise; “kamu gücünün özel kazanç için kötüye kullanılması” şeklindedir. Kamu gücü kullanılarak özel kesimde birilerine ekonomik kazanç sağlanması da yolsuzluktur. Başbakan her ne kadar aksini savunsa da, kamu ihalesi almış işadamlarının, ülkeyi yöneten siyasetçinin çocuklarının kurduğu vakfa yüklü parasal transfer yapması, G20 tanımına göre açıkça yolsuzluktur.

 

Bu yolsuzluk iddialarının ve üzerinin örtülmesi çabalarının AKP içerisinde de rahatsızlık yarattığını görüyoruz. Bu iddiaların bütün dürüst insanlarda rahatsızlık yaratması kaçınılmazdır. Bundan daha doğal bir şey de olamaz.

 

Resmi telefon dinlemelerine düşmüş bunca ihale paylaşımı kayıtları ortadayken Türkiye’nin toplam borç yükü katlandıkça katlandı ve 600 milyar doları aşan bir büyüklüğe ulaştı. Her yeni doğan bebek dünyaya 7.500 $ borçla geliyor. Bu da, ister istemez akla devlette yapılan ihalelerin ne kadar şeffaf olduğu sorusunu akla getiriyor. Halkın değil de, yüklenicilerin çıkarlarını gözeten her ihale, vatandaşın sırtına binen ilave yük demektir. İhaleyi alanların zenginleşmesi, vatandaşın fakirleşmesi demektir. Bundan kaçınmanın tek yolu ihalelerin olabildiğince şeffaf gerçekleştirilmesidir.

 

TÜRKİYE, KARA PARA AKLAYAN BİR ÜLKE GÖRÜNTÜSÜ VEREMEZ

 

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) bünyesinde faaliyet gösteren ve Kara Para Aklama ile mücadele eden FATF’ın Çarşamba günü başlayan Genel Kurulunda 2012’den beri Türkiye ile süren problemler tekrar ele alınıyor. Türkiye şu anda Cezayir, Endonezya ve Yemen gibi riskli ülkeler kategorisinde bulunmakta ve uzun süreden beri doğal üyesi olduğu uluslararası topluluğun tersine işler yaptığı yönündeki endişeleri yok etmek bir tarafa güçlendirmiştir. 17 Aralık 2013 tarihinden beri ortaya çıkan durumda ise, yolsuzlukların üzerine gitmeyen bir hükümet görüntüsü verilmektedir. Bu durum ise, ekonomisi dışarıdan gelecek paraya ihtiyaç duyan Türkiye’nin yeni güçlüklerle karşılaşması anlamı taşımaktadır.

 

Başbakan, Brüksel ve Berlin’e yaptığı ziyaretlerde “Türkiye, Kopenhag Kriterleri’ne uymaya kararlıdır” derken, Türkiye’ye dönünce tam aksi uygulamalarına devam etmektedir. Bu durum devlet ciddiyetiyle uyuşmuyor ve devlet olarak güvenilirliğimizi kaybediyoruz.

 

BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ TALİMATLA OLUŞTURULAMAZ

 

Basınımızın baskılar karşısındaki hali ise içler acısıdır. Başbakana soru soran gazetecilerin alenen korkutulması ve susturulmaya çalışılması kabul edilemez. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ni yayınladı. Listede Türkiye; Mozambik, Bangladeş gibi ülkelerin de gerisinde kalarak 180 ülke arasında 154. sırada yer aldı. Talimatla yayınlar yarıda kesilmekte, altyazılar kaldırılmakta, soru sormaya cesaret edebilen muhabirler azarlanmaktadır. Daha vahimi ise; attığı eleştirisel bir tweet nedeniyle bir Azeri gazeteci, ikamet izni olduğu halde Türk eşiyle birlikte sınır dışı edilmiştir.

 

ADALETİN SORGULANDIĞI HİÇ BİR SİSTEMDE DEMOKRASİ OLAMAZ

 

Adalet artık öyle bir hale gelmiştir ki; yolsuzlukla ilgili olarak Bakanlar hakkında TBMM’ye gönderilen fezlekeler bir süre bekletilip çeşitli bahanelerle iade edilirken, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ile ilgili olarak hazırlanan fezlekenin jet hızıyla Meclise geldiğini görüyoruz. Herkes için eşit uygulanmayan adalet, adalet olmaktan çıkmıştır.

 

Daha fazla tepkilere yol açan baskıcı uygulamalar, birliğimizi tehdit eder seviyelere ulaşmıştır. Savcıları ve hâkimleri atama yetkisini kendinde toplama gayreti içine giren bir hükümet, demokrasiye değil otoriter bir yapıya hizmet eder.

 

Demokrasilerde ayrı bir kuvvet olması gereken yargının yürütmeye bağlanma çabaları, görevini yasalar çerçevesinde yapan polis, savcı ve hâkimlerin görevlerinden uzaklaştırılmaları, basın üzerindeki sansür uygulamaları, internetin çeşitli bahanelerle kontrol altına alınma girişimleri, önceleri daha fazla demokratikleşme çabası içerisinde olan Türkiye’nin yönünün artık değiştiğini göstermektedir.

 

Uluslararası alanda kabul görmüş demokratik uygulamalara, kuvvetler ayrılığı ile birlikte yargı bağımsızlığı ilkelerine hep beraber sahip çıkmak hepimizin ortak sorumluluğudur.

 

30 Ağustoz Zafer Bayramı'nın 91. Yıldönümü

 

 

Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve tüm vatandaşlarımızın 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyor, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, bu zaferi bize armağan eden bütün istiklal kahramanlarımızı ve bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyoruz.

 

 

Site İçi Arama

Twitter

© Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç - 23. ve 24. Dönemler Antalya Milletvekili